yeni
popüler
sorular içinde ara
yeni soru sor
son sorular
son cevaplar
kategoriler
  • süslü
  • moda alışveriş
  • kuaför & güzellik merkezi
  • sağlık
  • spor
  • gönül işleri
  • aile arkadaş ilişkileri
  • cinsellik
  • eğitim & kariyer
  • seyahat
  • pet
  • sanat
  • bürokrasi
  • diğer
girdi yaz
medya ekle
  • linki kopyala
  • şikayet et
  • girdiler (15)
  • medya (0)
ilk sayfa
önceki sayfa

11. her şeyin altından kalkabilen kadındır. kız arkadaşlarına,sevgili/kocasına ihtiyaç duymadan yaşayabilir. kendisiyle barışıktır.

pek sevilmez. kendine güvenmeyen kadınlara o kadar alışmış ki bu toplum kendine güvenen kadının elinden o güveni almaya çalışır.

tabi burada güzelliğine makyajına güvenen kadından bahsetmiyorum. karakterine,deneyimlerine,okuduğuna,yeteneklerine güvenen kadından bahsediyorum. etrafımda sadece güzelliğine yada bedenine güvenen kadınları görünce acaba yarın yaşlansa kırışsa yada çirkinleşse,kilo alsa güvenecek ne bulacak diye?

24 şubat 2016 20:39

12. bu hayatta bir kendime bir de tanrıya güveniyorum.hayır yani ne münasebet bir başkasına dayanacağım.bu güven ben her şeyi yapabilirim demek değil yapamayacağım şeyi bilip ona göre gerekirse kendimi geliştirmek ihtiyacım olan bi şey değilse de ben bunu yapmayacağım diyebilmek.

yani kendine güvenen insan kendini bilen insandır.bu hayatta sahip olabileceğimiz en önemli özellik.

24 şubat 2016 21:20

13. toplumun görmekten nefret ettiği bu nedenle gizli gizli bile olsa herkesin içine kendine güvenen kadınlarla ilgili saçma sapan önyargılar işlediği kadındır. kimisi "burnu havada" der, kimisi "kendini şişiriyor" der, der oğlu derler... hemcinsleri de çoğu kez daha daha koruyucu davranmaz bu kadına, nitekim ataerki "üzerimizden attık bitti" diyebileceğimiz bir şey değildir, senelerce nakış gibi işlenmiştir içimize, ataerkiden kurtulmuş olmak değil kurtulmanın mücadelesini devamlı kılmaktır asıl mesele.

hele ki türkiye'de bu durum kat be kat ortada. hep korkutulmuş, geride durması öğütlenmiş, ayıplanmış kadınlar sindirilmiş çevreler oluştururlar. bunun dereceleri vardır elbette, mesela ben kendimden yola çıkarak bunun nasıl farkına vardığımı anlatmak istiyorum. son derece özgürlükçü bir ortamda büyüdüm, annem disiplinliydi ama özgürlüklerimi hep ayarında tutmuştur. ne cinsel baskı gördüm, ne yukarıda bahsettiğim öğütlerden aldım, ki annem çok dominant bir tiptir kendi çevresinde de, örnek aldığım insan da o olduğundan gayet asi, bağımsız, kendine güvenen biri olarak yetiştiğimi düşünüyordum. ta ki hayatımda ilk defa yurtdışına çıkana kadar.

2011 senesinde, 22 yaşında abd'ye work and travel'a gittim. 4 Türkiyeli ve 2 bulgar birlikte kalıyorduk. bulgar kadınlardan birinin ismi stenislava'ydı, kadın ortalama kilonun epey üzerinde, öyle çarpıcı bir güzelliği falan olmayan, ülkesinde herhangi bir üniversitede ailesinden aldığı ortalama parayla okuyan herhangi biriydi. öte yandan öyle bir özgüveni vardı ki, sırf varlığıyla beni kendimle yüzleştirdi ve çok şeyler öğretti.

kaldığımız eve gidip gelen çok olurdu, partiler gani gani, her gün farklı insanlar vesaire. bu kadın ortalamanın üzerinde kilosuyla hep bikinili gezerdi, apartmanın ortak katında bulunan havuza girer, maskarası ve göz kalemi akmış ıslak saçlarıyla en kalabalık ortama girer, "stenislava, makyajın..." dediğimizde kocaman bir kahkahayla elleriyle göz altlarını siler, zaten karmakarışık olan saçlarını daha da karıştırırdı. ingilizce'si doğru düzgün olmamasına rağmen hep en kalabalık ortamlar onun etrafında şekillenirdi. bizim çekinmekten, dilim dönmez, beni beğenmez korkusuyla yanına yaklaşamadığımız yakışıklı adamlar stenislava'nın etrafında fır dönerlerdi.

öyle bir yürüyüşü vardı ki dimdik, ve odaya öyle bir girişi, herkesle göz kontağı kurup kocaman gülümseyerek... kaç kere insanlara net bir şekilde "hayır" derken gördüm, "hayır ben gelmek istemiyorum". biz olsak ayıp olmasın diye bahane uydurmaya çalışırız değil mi? "hayır o gün şeyim var da benim....". stenislava gayet açık sözlüydü, istemiyorsa istemiyordu ve bir bahane uydurmak zorunda hissetmezdi.

kilosuyla kendi kendine dalga geçerken hiç görmedim onu... onun için dalga geçilecek bir şey değildi, bu yolla sempati kazanmaya çalışmak da ona hiç anlamlı gelmiyordu bu nedenle. kendisiyle dalga geçtiği zamanlar yaptığı aptallıkları anlatırdı yarım ingilizce'siyle, öyle bir enerji saçardı ki herkes kahkahaya boğulurdu.

yalan söylemeyeceğim, ilk zamanlar ben bu kadını çokça yadırgadım, ki feminist görüşle özgürlükçü büyümüş bir insanım. kadını çekemedim resmen. "neyine güveniyor..." sorusuna yanıt bulamıyordum. sanki herkesle göz kontağı kurmaktan çekinmemesi, beğendiği adamlarla konuşabilmesi, kendisini kendisiyle ilgili iyi hissetmesinin ardında illa ki bir neden olmak zorundaymış gibi.

gel zaman git zaman stenislava akıl almaz adamlarla birlikte oldu oradaki 3 ay boyunca, en zengininden tutun en yakışıklısına birçok insanla birlikte gördük onu, birisinden de evlenme teklifi almış hatta. ben ne yapmıştım? yarı çekinir, yarı umursamaz tavırlarla doğru düzgün kimseyle sosyalleşememiş, kendi türkiyeli grubuma yapışıp kalmıştım. bir noktadan sonra kendimi sorgulamaya başladım. bu kadını neden yargılıyorum? ben ne yaptım peki bu düşüncelerimle? kim daha çok tadını çıkardı abd'nin? en basitinden ama en genelinden... bu hayatta hangimiz kazanıyor? bu soruların cevabı belliydi. stenislava bana kendine güvenmek için kendini sevmekten başka hiçbir nedeninin olması gerekmediğini, duruşumdaki çekingenliği ve yürüyüşümdeki özrü silkeleyip atmam gerektiğini öğretmişti. öğretmişti ama iş işten çoktan geçmişti, ne stenislava'ya yaklaşabilmeye vakit bulabildim, ne de bana öğrettiklerini hayata koymaya. abd'den dönüş vakti geldi ve türkiye'ye geri döndük.

o noktadan itibaren çevremi gözlemlemeye başladım. kadın grupları hep bir sindirilmişlik dayanışması üzerine oluşuyordu, sanki ders aralarına beraber çıkmasalar tek başlarına yürüyor oluşlarına bir bahane uydurmak zorundalarmış gibi... erkekleri zaten geçtim, kadının kadını yargılamasında -ve en özgürlükçüsünde bile- benim stenislava'ya ilk yaklaşımımdaki yüzleşilmemiş düşünceler mevcuttu. sunum yapmadan önce paniğe kapılmalar, hoşlanılan adamla yüz yüze gelmek için tesadüflere umut bağlamalar, verilen öğüt ve tavsiyelerde hep bir kadere bağlama, "olacağı varsa olur"lar, pasif girişimler (adamın yanına gidip iletişim kurmaktansa stalk'lamaya çalışmalar) vs... niye böyleydik? neden varlığımız için bir bahane uydurmak zorundaydık? neden kadın dayanışması dediğimiz şey devamlı bir koruma ve pasiflik üzerinden ilerliyordu, neden güçlü ve kendi ayakları üzerinde durmaktan çekinmeyen, kendine güvenen bireylerin bir araya geldiği çevreler oluşturamıyorduk? bu sindirilmiş çevrelerin bize yararından çok zararı olmuyor muydu?

abd'nin üzerinden 1.5 sene geçti, bir gün abd'de tanıştığım türkiyeli bir kadının facebook profil fotoğrafı stenislava oluverdi... ne oluyoruz dedim. stenislava bulgaristan'da otobüs durağında beklerken sarhoş bir taksici ezip geçmiş onu. olay yerinde can vermiş. önce epey bir uğraş verilip kampanya yürütüldü katilin bulunması için, sonradan bulundu. ortalık sessizleşti. profil fotoğrafları kaldırıldı, eskileri konuldu. geride ne mi kaldı? stenislava'nın bana öğrettikleri bana, etrafındaki insanların yaşamına kattığı güzellikler o insanlara, kendi özgür ve kısacık yaşamında yaşadığı her şey onun yanına...

24 aralık 2016 12:53 24 aralık 2016 16:27


14. Kadının en büyük düşmanının yine "kadın" olduğu bu ülkede, hâlâ kendine olan güveni kırılmadığı için başarılı kadındır benim gözümde.

24 aralık 2016 12:58

15. bir zamanlar öyleydim. üniversiteye başladığım yıllarda ve lisede özellikle. mor göz altlarım, ergenlikte aldığım kilolar, berbat notlarım asla özgüvenimi etkilemiyordu. üniversitenin bir dönemine kadar da böyle devam etti. ne zamanki akrabalarımdan bir kaçı beni başkalarıyla kıyaslamaya daha doğrusu benden iyi okullarda ya da iyi bölümlerde okuyan kişileri benim yanımda övünerek, beni ezmeye çalışarak anlatmaya başladılar, o zaman özgüvenim yerle bir oldu. şuan ne gelecekten ümidim var, ne mesleğimden ümidim var ne de para kazanabileceğimden. yaptıkları şey yüzünden kendimi kıyaslamaya başladım ben de. artık birileri değil ben kendimi küçümser oldum. iş görüşmesi yapmak bile istemiyorum olur da işe alınırım diye. yani bana verilen işi yapabileceğimden bile kuşkum var artık. öyle berbat bir hale büründü durum. biri yapabilirsin dese bile sırf beni üzmemek için öyle söylüyor diyorum. o dönemler o kadar üzülüyordum ki. bunu bana yapan kişiden nefret eder hale geldim. çok sevdiğim bir insan olmasına rağmen. gözlerinden pırıltılar yükseliyordu o kişileri bana anlattıkça. mesela biri yurtdışına çıkmış, arkadaşlarının yanına. hemen başlıyordu sen niye gitmiyorsun, sen de gitsene. bak şu, şu gitmiş. nerelerde gezmiş. hadi açıp bakalım facebooktan şuan nerede gibi.

özgüven demek övünmek, sahip olduklarınla hava atmak değil. bunu karıştıranları çok görüyorum. her ne kadar ben başaramasam da şu sıra, her kadın kendine güvenmeli. en cahil gördüklerimiz bile neleri başarıyor bu hayatta.güçlüyüz. yeter ki etrafımızdaki bu kötü sesleri dinlemeyelim.

24 aralık 2016 15:48


içerik sonu