3.
yazıyı açıp "enes" ismini görür görmez beynimden vurulmuşa döndüm.
yazıyı okuduktan sonra ise daha tarifsiz duygular.
21 şubat pazar günü kardeşimi kızılaya kursa getirdiğimde önümden geçen cenaze aracıyla tanıdım enes demir'i. türk bayrağına sarılı o tabutta yatan yiğit, benim kardeşim de olabilirdi.
tabii gördüğümde kim olduğunu bilmiyordum, arkasından gelen otobüsün önünde küçük bir karton parçasında gördüm adını: "enes demir".
hayatımda unutmayacağım 3 an varsa biri de budur.
otobüsün içinde gözü yaşlı analar, babalar... oğullarını "toprağa" vermeye gidiyorlardı.
"enes demir" ismini o karton parçasında gördüğüm anda durduğum yerden kıpırdayamadım. belki o yazıyı görmem bir saniye bile sürmedi ama o an zamanın durduğuna yemin edebilirim.
insanlar kornaya basıyordu, balkonlara çıkıp saygı duruşunda duruyorlardı, benim yapabildiğim tek şey önümden geçen tabutu izlemek, arkasından hıçkıra hıçkıra ağlamak oldu.
hiç tanımadım onu, hiç görmedim ama ben orda kardeşimin elini tutup annemin gözünün içine bakabiliyorken, onun gözümüzün önünden tabutun içinde geçmesi beni mahvetti. sanki o an karnıma kocaman bir tekme yedim. yakıştıramadım o tabuta 27 yaşındaki bedeni.
o anı, o duyguyu kelimelerle ifade etmem imkânsız.
sonrasında durmadan düşündüm.
"enes demir" o tabutun içindeyken, benim nefes alıyor olmam haksızlık değil miydi?
benim ne ayrıcalığım vardı?
yediremedim kendime, hala da yediremiyorum.
nur içinde yatsın güzel insan.
arkamdan ağlamasınlar demişsin, affet ne olur.