1.
bilim insanı. ayrıca siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında içinde bulunduğum meslek grubu. başta bilim insanı dedim, çünkü akademisyenlerin asıl görevi araştırma yapmak, yeni buluşlar ve fikirler üretmektir, üniversitelerde ders vermek ise ikincil görevleridir. bugün ülkemizde ne kadar akademisyenin "bilim insanı" vasfı taşıdığı ise tartışılır.
türkiye şartlarında değerlendirecek olursak, günümüzde özel sektörde kendisine yer edinememiş, ya da edinmiş ama memnun kalmamış insanların tercih ettiği bir meslek haline gelmiştir. fakat akademisyenlik, başlı başına bir adanmışlık ve özveri gerektiren bir meslektir. örneğin, diğer insanlar tatillerini doyasıya yaşayıp oraya buraya giderlerken, akademisyen evde oturup, yetiştirilmesi gereken şeyleri halletmeye çalışır. tatil, akademisyen için "daha çok araştırma yapılabilecek süre" anlamı taşımaktadır. diğer meslek gruplarının çoğunda eve iş getirme olmamasına rağmen, akademisyenlikte ev; bir başka iş alanı, araştırmaların daha rahat yapılabildiği bir alan olarak kullanılmaktadır.
türkiye şartlarında akademisyenlik birer küçük diktatörlük, öğrenciler üzerinde ego tatmini sağlama haline gelmişse de, yurtdışında durum böyle değildir. çünkü akademisyen olacak insanların seçimi onun sayısal ve sözel becerisini ölçmeye (ne kadar ölçtüğü de tartışmalı olan) dayalı bir sistem üzerine değil, alanıyla ilgili yetisini ölçmeye dayalı bir sistem üzerine kuruludur. dolayısıyla akademik çevre, kısa sürede matematik problemi çözebilen ama bilimden, alanından bir haber insanlarla değil; alanına bir şeyler katabilecek, bilim adına çalışmalar yapabilecek nitelikli insanlarla doludur.
akademisyen olmak büyük adanmışlık, motivasyon, arzu gerektiriyor. bu da uzmanlaşılan alanlara olan bağlılık, sevgi ve ilgi sayesinde geliyor. bazı güzel yanları için: (no:165808)
ayrıca bu zamana kadar evde kalmamın yegane sebebidir akademisyenlik, çalışma ve araştırma yapmaktan kocaya ayıracak vaktim olmuyor pek. (gizlinot: swh) neyse sonunda nişanlandım da akademi uğruna yalnız ölmeyeceğim. (gizlinot: swh)
ukte sahibi kendisi alanında oldukça başarılı bir akademisyen olan saygıdeğer meslektaşım (yazar: femme) hocam (gizlinot: ay çok ciddi oldu bu) (gizlinot: swh)
2.
değerli bir meslek dalı.
ve açıkçası tanımının bu unvana sahip süslülerce yapılmasını umduğum başlık.
Akademisyen olma süreci, kimler için uygun olduğu, nelere dikkat edilmesi gerektiği, tavsiyeler, zorlukları, tez, akademisyenligin avantaj ve dezavantajları gibi birçok konuda sevgili süslüler biz lisans öğrencilere yol gösterse keşke. (gizlinot: ukte;femme)
21 mayıs 2016 00:14
ed.21 mayıs 2016 15:58
3.
Akademisyen olmak en büyük hedeflerimden. Akademisyen olan susluler başlığı doldurursa müthiş olur ^.^
4.
şahsi düşüncelerim ama büyük bir çoğunluğun bana katılacağını düşünüyorum.
akademisyenlik, sizden sonra gelenlere yol gösterme amacı taşımalıdır, bilgi aktarımı sağlamalıdır.
akademisyenlik ile eğitim bitmez aksine insan kendini geliştirmeye devam etmelidir. akademisyen egolarından arınmış olmalıdır yoksa karşısına çıkacak genç beyinlerle iletişim kuramaz, haliyle karşısındakiler ona saygı duymazlar.
benim gibi akademisyen olmak isteyenlere söyleyebilceğim şeyler bunlar.
5.
yetiştirdiğiniz öğrencilerin 4 yıl sonra sizden çok daha yüksek maaşlar alacağını bile bile yaptığınız meslek. özveri gerektirir. aynı zamanda gençleri anlamalı bir akademisyen. burnu havada olmamalı.
21 mayıs 2016 22:02
21 mayıs 2016 22:04
6.
bilgi birikim yönünden zayıf, yazdığı çizdiği her şey intihal dolu, eş dost ilişkisiyle yayın çıkarıp birbirine habire atıf vererek akademik puan toplayan, devlet memuru zihniyetli, bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan, asistanları köle gibi kullanan, dersi öğrenciye anlattırıp sınavı test yapan, ben paramı kazanayım da gerisi ne olursa olsun kafasında insanların artık olabildiği şey.
akademi bitti.
7.
bir çok süslünün de dediğine katılıyorum akademinin içinden birisi olarak tüm gözlemlerimi aktarayım. bu mesleğe gönül vermek isteyenler bilhassa dinlesin bir abla tavsiyesi olarak iki kere üç kere düşünsün. alesten 85, ydsden 65 almış ve lisans ortalaması 85 olan birisi olarak master başvusu yaptığım iki bölüme de kabul aldım. birine kayıt yaptırdım ve bir projede çalışmaya başladım. mastera üniversite sınavında ilk üç yüz bine zar zor girmiş (ben ilk 30.000 e girmiştim) 3 torpilli öğrenci ile beraber başladım benim dışımda bir öğrencinin de puanları iyiydi mecbur almak zorunda kaldılar. 65 alesi zar zor geçmiş ve dili dahi olmayan bu diğer 3 öğrenci torpil sayesinde başvuran 15-20 öğrencinin önüne geçti tabiki mülakattan iyi puan verdiler. beraber girdiğimiz derslerde seviyelerini gördüm. bırakın makale yazmayı bir fikir dahi üretme kabiliyetleri sıfırdı. bir şekilde masterı tamamladık şu an hepimiz doktora seviyesindeyiz. bölümdeki hocalar desen bir iki tanesi hariç saat 5 olmadan çıkıyor, 10 da geliyor ne makale yazıyor ne bir proje yazayım da iki üç öğrenciye burs olsun derdinde. kaç yaşına gelmiş profesörsün halen yardımcı doçentlerin aldığı maaşa sinir oluyor, istiyor ki kendi görüşünden olmayan ölsün burada bulunmasın. profesör olmuş ama hümanizmden insana saygıdan bihaber bilim düşmanı bir insan. en az 10 üniversiteye kadro başvurusu için mülakata gittim. ön değerlendirmede puanlarımın iyi olması sebebiyle ilk sıralarda olmama ve mülakatlarda sorulan her soruyu tam eksiksiz cevaplamış olmama rağmen almak istedikleri kişiyi almak için mülakattan düşük puan vererek elediler. artık açılan kadrolara başvurmuyorum ön değerlendirme sonucunda ilk sırada olsam bile listeye bakıyorum en sonda kim varsa kadroyu o alacak diye tahmin ediyorum ve mülakat sonucunda listenin en sonundaki kişi ne alesi, ne dili nede lisans ortalaması iyi değilken nasıl oluyorsa mülakattan 100 alıyor ve kadroyu alıyor. bahsi geçen profesörler de bu noktaya aynı torpille geldikleri için başarılı zeki öğrencilere tahammülü yok. kim kendisine afedersiniz yağcılık yapıyorsa ayak işlerini yaptırmak için onları kullanıyor bir şekilde de onları kadroya alıyorlar. bu ülkede akademiden bu yüzden hayır gelmez, aziz sancarlarımız yurtdışındayken nobel alabilir. ülkemizdeki en büyük problem akademideki liyakat sistemidir. mülakat jürisi yök tarafından atanmış bağımsız bir jüri olmadıkça veya öyp benzeri bir sistem olmadıkça olmaz. yapın şöyle adil bir sistem, sci dergilerde türkiyedeki her üniversiteden, her yıl yüz makale yayınlanmazsa bende bu işi bilmiyorum derim. ütopyamda kurduğum akademi sistemi torpile zerre izin vermeyecek, bunun için ales, dil sınavı, lisans ortalaması, yüksek lisans ortalaması, makalelerden ve projelerden verilecek akademik puan ve çok gerekse yüzde 10 etkili olacak şekilde yökten atanan bir jürinin sözlü mülakat puanından oluşan bir akademi puanı oluşturulmalı. herkes sahip olduğu akademi puanına göre açılan kadroya online bir sistemden başvurup yerleştirilmeli. bu sistem hali hazırdaki üniversitedeki öğretim üyesi ve öğretim görevlilerini de kapsamalı. kendini geliştirmeden bir yere gelmiş olan hocalar akademik puanına göre doğudaki üniversitelere yerleştirilmeli. ama hali hazırdaki akademi ütopyamdaki sisteme çevrilmedikçe bölüm başkanları kendilerini oranın patronu hissetmeye kendinden alttaki öğrencilere ve hocalara mobbing yapmaktan vazgeçmeyeceklerdir.
edit: eksi oy verenler sanırım torpilsiz kadro alamayacak veya torpille kadro almış olan akademisyenlerden. rahatsız ettiysek affola :)
21 şubat 2018 16:03
21 şubat 2018 18:35
8.
öğrenme işini sonlandırdıkları, keyif almadıklarını hissettikleri an mesleği bırakmalarını etik olarak önerdiğim grup.
bir doktor düşünün, 2018 yılındayız fakat o kadar gerilerde kalmış ki, o kadar açıp bakmamış ki, size eczanelerde satılan ilaçlar yerine şöyle tarifler veriyor : "sarımsağı al, ez, ceviz ağacından 5 yaprak kopar, ikisini pişir, 5 gün sakla, 6. gün ye." şaşırıp kalıyorsunuz. "e eczaneler var ilaç yazsanız olmaz mı?" diyorsunuz, "yok böyle daha güvenli" diyor. komik değil mi?
benim alanım deneysel finans, yani istatistik, risk, matematik... hepsi benim işim. ve bu alan öyle hızlı ilerliyor ki bir ucundan tutmak için gerçekten istekli olmak gerekiyor. fakat öyle hocalarla karşılaştım ki, dünyada olup bitenden haberi yok. anlattığı şeyler 50 yıl öncenin küflü sayfalarından koparılıp alınmış, yıllar geçse dahi hiç dokunulmamış, nesilden nesile özenle anlatılmış bilgiler. "e hocam, böyle bir yöntem var onu uygulasak olmaz mı? hem kanıtlanmış, teori olarak yerleşmiş bu literatüre." diyorsunuz, "yok böyle daha güvenli" diyor. "öğrenemedim, bu yüzden öğretemem" demiyor. "böyle daha güvenli" diyor. bu cümleyi kullanan hocalarınız varsa, bir düşünün derim. hepsinin bilime verdiği değer aşağı yukarı çok benzer oluyor.
4 mayıs 2018 12:32
4 mayıs 2018 12:36
9.
akademisyenlikte özel sektördeki gibi bir iş sistemi yok. nispeten size bağlı çalışma saatleri belli bir özgürlük veriyor. ders veriyorsanız sürekli öğrencilerle iletişim halinde olmak sizi bir anlamda dinamik tutuyor. bir araştırmanız yayınlandığında ürettiğiniz şeyle mutlu oluyorsunuz. fakat: bu işin ilk adımı olan araştırma görevlisi olma sürecinde genel olarak daha üst pozisyonlarda olan meslektaşlarınızın uğraşmak istemediği her ne varsa sizin üzerinizde olabiliyor. o dönemde hem sekreterlik yapıyor, hem bilimsel araştırma sürecini öğrenmeye ve bir şeyler üretebilmeye çalışıyorsunuz. bu işi gerçekten yapmak istiyorsanız yılmayın ama. bir arkadaşınızla dertleşirsiniz, geçer. sonra kaldığınız yerden devam. esnek çalışma konusu tam anlamıyla esnek çalışma. örneğin gündüz dersiniz var, okula gittiniz, dersinizi verdiniz, işiniz bitmiyor. o dersin yoklamalarını sisteme giriyorsunuz, haftaya anlatacağınız konuya hazırlık yapıyor, ve öğrencinin anlayabileceği gibi nasıl anlatabilirim üzerine kafa yoruyorsunuz. ek olarak derslerin yanında bildiri, makale, kitap bölümü gibi ulusal veya uluslararası bilimsel yayınlar yapmanız gerekiyor. bu yayınlar da belli bir süreç istiyor: önce ne çalışacağınıza karar veriyorsunuz, sonra yeterli sayıda kaynağa ulaşmaya çalışıyorsunuz, ardından bu kaynakları gözden geçirip okuyor, notlar alıyorsunuz, hepsini düzenliyorsunuz, analiz yönteminize göre paket istatistik programlar kullanıyor veya nitel analizler gerçekleştiriyorsunuz, çalışmanızı bir yere yolluyorsunuz, önce editörden kabul alması gerekiyor çalışmanın, kabul alması halinde hakem süreci başlıyor, hakemlerin düzeltme taleplerini yerine getiriyorsunuz ve editör de son aşamada basılmasına karar verirse çalışmanız öyle yayınlanıyor, ha deyince yayın yapamıyorsunuz yani, uzun uzun uğraşmanız gerekiyor. ve esnek çalışma dediğimiz şey bu aslında, işiniz sürekli devam ediyor eğer belli bir hedef içerisindeyseniz. bunların da yanında belli bir kültürel dinamizmi korumak durumundasınız, bunun için alanınız dışında da okumalar yapmalısınız ama bu şart dönem içinde sağlanamıyor genellikle, tatillerde vakit ayrılabilen bir şey oluyor. eğer bölüm başkanlığı veya okul yöneticiliği gibi idari bir göreviniz de varsa birçok prosedürle, yönetmelikle, alınan kararlarla, toplantılarla dolu bir gündeminiz de olabiliyor.
akademisyen olan kadınların çok erken evlenemedikleri doğru. bunun tam olarak neye bağlı olduğunu bilmiyorum :) ama eğer düşünsel anlamda kendinizi tatmin edecek bir biçimde bu işi yapıyorsanız, keyif alıyorsunuz. bana bu sıralar biraz monoton geliyor sadece, o da havalardandır herhalde...