8.
başlığını görünce duygulandıran kent.
her şey antalya'da hiç akrabası ve tanığı olmayan ailemin iş sebebiyle, ben doğmadan birkaç ay önce antalya'ya taşınmasıyla başladı. orada doğdum, orada büyüdüm. gerçekten halis mulis antalyalı çok az insan tanıyorum, çevremiz hep bizim gibi 20 küsür yıl önce gelenlerden oluşuyor genelde. ortaokul ve lisedeyken hiç sevmezdim antalya'yı. her tatilde sürekli akrabalarımızı görmeye gittiğim istanbul'u daha çok severdim. antalya hep çok küçük, çok sıkıcı gibi gelirdi bana. kışın kar bile yağmıyordu yahu (gizlinot: o ne yahu). deniz manzaralı balkonda ders çalışıp kitap okuyabiliyordum; yazın istediğim an 5 dakika yürüyerek denize girebiliyordum; bir yerden bir yere giderken trafikte kısıtlı kalıp vakit kaybetmiyordum, istediğim yere yürüyebiliyordum, yazın istediğimi giyip gezebiliyordum, yaz kış farketmeksizin haftasonları açık havada ağaçlık parklarda dolaşabiliyordum, gezmek tozmak hiç pahalı olmuyordu, arkadaşlarla atlayıp olimpos'a çıralı'ya gidip gelebiliyorduk, klasik müzik konserleri, tiyatrolar haftalık aktivitelerimizdi resmen ama sıkıcıydı işte! o yaşlarda aradığım o değildi.
sonunda üniversite için istanbul'a taşındım, hayallerimin okulunu kazanınca. o kampüste geçirdiğim hiç bir andan pişman olmadım, olabilecek en iyi lisans hayatlarından biriydi benim için. ama akşam dışarı çıkarken 3 saat önce yola çıkmak vardı artık hayatımda, yemeğe gidince cüzdanı bırakıp gelmek. sonra iş güç, ev arama başladı. yine çok şanslıydım bence, yine merkezi bir yerde oturuyordum, ağaçlıktı evet, bir parka yürüyebiliyordum. ama yakında oturan arkadaşlarımı bile ziyarete yürüyerek gidemiyordum. yine de inat edip büyükdere caddesi'nin kenarından egzoz soluya soluya yürüyordum tabii, deniz görmek için beşiktaş ortaköy arasını karbonmonoksit zehirlenmesini göze alıp yürüyordum; arabayla gitmek zorunda olduğum yerlere giderken bütçenin bir kısmını otopark parası oluşturuyordu kesinlikle. yazın şort giyince insanlar garip garip bakıyorlardı nerede olursa olsun. bunaldığında gidip deniz havası almak için, üstüste bin kere bira dökülmüş duvarlara tünemek zorunda kalıyordun. pazara gidiyordum, pembe domatesler, portakallar ateş pahası oluyordu. istanbul'u çok seviyorum ama parası olmayanın ne temiz havaya, ne açıklığa, ne denize, ne de gezmeye tozmaya hakkı vardı bu memlekette.
işte antalya'dan taşındıktan sonra antalya'nın kıymetini anladım. hala çok yakın olduğum lise arkadaşlarımın hepsi üniversite ve iş sebebiyle istanbul'a taşındılar. bir araya gelip antalya övüyoruz birbirimize adeta. hayatın orada ne kadar güzel ve rahat olduğunu uzak kalınca anladık.
biliyorum ki ülkemizin bir çok yeri var böyle yaşayanı çok mutlu eden. ama bu plansız ekonomik büyümeler, bütün istihdamı tek bir kente toplama çabaları hem istanbul'u yaşanmaz bir hale getirdi hem de başka yerlerde yaşamak isteyenlere ket vurdu. keşke böyle olmasa, antalya da sadece görgüsüz yabancı turistlerin keyfini sürdüğü bir cennet köşesi olmasa.
kendimden geçtim, yazdıkça yazdım adeta. buraya kadar okuyanlara teşekkürler ediyorum, yazdıklarımı çok kişisel bulanların eksilememesini rica ediyorum, bir daha olmayacak, söz!
uzun lafın kısası:
akdeniz'in güzel bir kıyısı, nüfusu 1 milyondan fazla bir kent.
hala bozulmamış yerleri: kaş, çıralı, olimpos, adrasan.
kent merkezinde lara, dedeman, konyaaltı, arapsuyu tarafları keyifli.
antalya'da yaşayan süslülere selamlar sevgiler; yazdığım bölgelere dair soruları olanlara mesaj kutum hep açık.
29 kasım 2014 18:05
ed.29 kasım 2014 19:15