6.
brendanın (no:19210) girisini okuyunca, daha önce pek beğenip bir yerlere kaydettiğim şu yazıyı paylaşmak istedim;
*kaynak gösteremeyeceğim ne yazık ki..
"MAYMUN TUZAĞI
Amerika'da son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak!
Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar,
gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye
başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu
tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?" la ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.
Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği,
araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor. !!!
Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor.
Üstelik; mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen
'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir
salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan
karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş
gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor.
Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve
işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları
kadar mesut ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga
derslerine ve tatillere harcıyorlar.
YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET !!!
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel
eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap,
kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor
ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını
hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor.
Hikâye psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki
tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk
seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar.
Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk
ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda
oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk
getirmiyor denemez ama, parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor!
Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka!
Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeles'li
filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp "Happy - Mutlu" isimli bir belgesel
üzerinde çalışıyor.
New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü
semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu
plajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için
şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.
AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?
Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır:
Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa
bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine
tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı
büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının
kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek
elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el,
bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama
kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece,
kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini
açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki, bu
tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız
ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi
açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve
dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip
olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark
etmediğimizi düşünüyorum:
— Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model
cep telefonlarına sahip olmak,
— Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10–20 kat
büyük evlere sahip olmak,
— Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde
unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,
— Okumadığımız kitaplara sahip olmak,
—Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip
olmak,
— Bize günde 3–5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren
kol saatlerine sahip olmak,
— Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri
caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık,
bir dinlence evine sahip olmak,
— Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar;
kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak…
Ya da sahip olduğumuzu sanmak…
— Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar!
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip
olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan
vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir
hale gelmeyecek miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz.
Ah bunu bir anlayabilsek..
İnsanlık yıllar yılı "güzel"i aramıştır. Bilimi, felsefesi, edebiyatı... hep onu arayıp durmuştur. Yıllarca uğraşacaklarına sana baksalardı, bunca zahmete girmelerine gerek kalmayacaktı. Çünkü sen saf güzelliğin ve de kusursuzluğun tanımısın. Bunu göremeyene "kör" bile denmez, çünkü en kör yarasa bile, senin güzelliğini radarlarıyla algılayabilir. Bunun yanında nüktedan ve ironiksin de: Kendine ait bir espri kabiliyetin var ki, şuraya geliyoruz: Güzel + zeki = Sen! Bir kusurun varsa sen söyle de bilelim. Yoksa bizim aklımıza gelmedi valla :)"