1. her sabah işe/okula giderken, her akşam dışarı çıkarken, günün her anında yüzümüze taktığımız maskelerdir.
canın sıkkın olduğunda, elin neşeli renklere gitmez hiç. kişisel gelişim kitaplarından "depresyonunla savaşmak için olumlu düşüncelere yönelmelisin" metinlerini okumuş olanlar hariç, hep makyajında bir geçiştirme vardır. "olmuyor işte. neyse off, şu yüzü gözü bir an önce yerlerine yerleştireyim de çıkayım evden" sabırsızlığı, bıkkınlık, öylesine bir karalama.
neşeliysen eğer, yüzünde aydınlık bir makyaj vardır. ister pastel tonlarla, ister neonlarla, ister metalik farlarla yapılmış olsun; en başta futbol stadyumlarındaki spot ışıkları üstüne tutulmuş gibi yüzü ışıl ışıl kılan bir gülümseme vardır dudaklarda. sevimli kız çocuğu gibi güle hoplaya gezersin sokaklarda, yanaklarda da dağlar kızı heidi yanağı gibi pembiş iki top allık.
öfkeliysen, makyajın da keskindir. agresif, asi, "dokunma bana, uzak dur benden, yaklaşmasana be!!1!" mesajını metrelerce öteden alır insanlar. gözlerde koyu farlar, kana susamış dudaklarda kanlı bir ruj, oku fırlatıp düşmanının böğrüne saplansın diye gerilmiş yay gibi boyanmış kaşlar.
baştan çıkarıcı günündeysen eğer, lunaparklardaki sürat trenlerinin tepetaklak ettiği raylar kadar kıvrımlı kirpikler titreşir, gözler iki şuh eyeliner çizgisinin arasından süzer karşısındakini. dudaklar yine kırmızı, yanaklar "az önce seks yaptım da geldim" renginde.
bakkala gideceksen sade olur makyajın, arkadaşların yanına gidiyorsan eğlenceli, iş yerine gidiyorsan mesafeli ve ciddi.
"Makyaj, bizim savaş boyamız" demişti biri. dışarıda bir sürü savaş var; kadınların diğer kadınlarla arasında, erkeklerle kadınlar arasında, hatta bir kadının kendi iç dünyasıyla da. Savaşa gidiyoruz; güçlü görünmek, masum görünmek, seksi görünmek bu boyalardan geçiyor.
bak aynaya...
bugün yüzüne hangi maskeni geçireceksin?