1. Knut hamsun'un açlik (gbkz: sult) romanini okurken hissettiklerimle ilgili olarak oruç tutmakla ilgili bir seyler yazmak istedim ben de.
romanı bilirsiniz aşağı yukarı. kahramanı olan yazar sürekli aç biilaçtır. günlerce kristiania sokaklarında aç dolaşır, bir şeyler yazıp bir kaç kronacık kazanmaya çalışır. yazamadığı zamanlarda ya da yazdıkları yazı işleri tarafından iyi bulunmadığı zamanlarda ise başka türlü para bulma çabaları çoğu kez nafile olur. kitap okurken kendimizi kahramanın yerine koyarız. yaşadıklarını kendimiz yaşıyormuşcasına okuruz. en azından benim için çoğunlukla böyledir. bu romanı okurken de o aç dolaşıp, soğuk kristiania sokaklarında yazacak bir yerler bulup, düşüncelerini toparlayamamaktan hezeyanlar geçiren yazar oldum. açlığı sonuna kadar hissettim onla. onunla çaresizce dolaştım sokaklarda. pasta satan dükkanın önünden geçerken vitrine ekmeklere, çöreklere baktım. ceketimin düğmelerini bir öreciğe dahi olsa satmak için eskiciye girdiğimde utandım. parasızlığımı, açlığımı çaktırmamaya çalıştım.
ama ama işte onunla açlık çekerken aslında evimde kanepemde oturuyordum, metroda sallana sallana gidiyordum. kalkıp buzdolabına gidip bir şeyler atıştırmak ya da istasyondaki fırının vitrinindeki o iştah açıcı donutlardan, çöreklerden almaktan sadece iki adım uzaktım. ama bunların hiçbirini canım çekmedi. o açlıktan parmağını yerken, köpeği için olduğunu söylediği atıl kemik parçasını kenar köşede gizli gizli yemeye çalışırken canım hiç bir şey yemek istemedi. dolaba, fırına saldırmak, çörekleri çiğnemeden yutmak aklıma gelmedi.
oruç tutmak, oruç tutarken "yoksul, aç insanları anlamak" dediğimiz böyle bir şey olmalı sanırım dedim. yani şöyle. nefsimizi köreltmek için tutuğumuz oruç sırasında akşam yiyeceğimiz muhteşem yiyecekleri hayal etmemek.
yıllaaaar önce hasbel kader oruç tuttuğum bir ramazan, o yıl tuttuğum oruç, son oruçtu ama bir deri bir kemik kaldığım son oruçtu aynı zamanda da. oruçlu olduğumu, aç olduğumu o kadar yoğun çalışmaktan anlamıyordum bile. akşam ezanı okunup orucumu açmam gereken zamanda çalışıyor oluyor, en iyi ihtimal bir krakeri ağzıma atıp çalışmaya devam ediyordum. işim bitip eve döndüğümde ise artık yemek yemek isteği, açlığım geçmiş oluyordu, aslında işten güçten zaten aklıma gelmeyen bir şeyi hissetmiyordum bile. işte sanıyorum yoksul olmak, aç yaşamak böyle bir şeydi. işte o dediğimiz "fakirleri anlamak" buydu. aç biilaç yaşayıp gitmek. bunu kanıksamak buydu.