1. Bugünün (26.10.2017) gazetesinde yer alan bir habere göre İstanbul'da bir Mahkeme kararıdır.
Örnek olay özetle şöyle; kadınla erkek evleniyor, evlendikten 2 ay sonra, erkek kadına onu istemediğini, babasının evine gitmesi gerektiğini vs söylüyor. Kadın gitmeyince, erkek kadını babasının evine bırakıyor ve sonrasında arayıp sormuyor. Gerekçe olarak da kadını sevdiğini zannettiği için evlendiğini ama aslında sevmediğini anladığını söylüyor. Mahkeme, erkeğin bu davranışlarını (daha kim bilir neler yaşandı) duygusal şiddet sayıyor ve 20 bin lira manevi tazminata hükmederek çifti boşuyor.
Bir kadına (ya da bir erkeğe, yani bir insana) onu sevmediğini, istemediğini söylemek o kişi için cidden çok ağır bir travma. Sadece sözle değil, sevilmediğini o insana hissettiren davranışlar da bir o kadar aşağılanmışlık hissi yaratır. Özellikle kadınlar bu durumu kolay kabullenemez. Zira kafasında "seni sevmiyorum" sözünü, onu söyleyen kişi ile özdeşleştirmek yerine, "ben sevilmeyi hak etmeyecek kadar berbat biriyim" düşüncesi ile birleştirebiliyor. İşin duygusal şiddet ya da kişiliğine hakaret kısmı burada devreye giriyor sanırım. O insanın özgüvenini parçalayıp, duygularını aşağıladığınız, ruhi varlığını örselediğiniz zaman bundan sonra birini sevmesi ya da biri tarafından sevilmesi ihtimaline, yani bu tarihten sonra yaşayacağı her şeyin içine etmiş oluyorsunuz.
Örnek olaydaki erkek, sanki barınaktan bir köpek almış da, köpeği beğenmemiş geri barınağa bırakırmışcasına, kadını babasının evine götürüp bırakıyor. Kaldı ki bir hayvana bile böyle davranılması kabul edilemezken, bir insana bu muameleyi kimse haklı gösteremez. Sanki eve getirince beğenmeyip iade ettiği bir eşya muamelesi yapamaz.
Bu kadının kazandığı tazminat maddi anlamda hiç bir işine yaramayacak, bu şekilde aşağılanmayı kabul etmediğini simgelemekten başka.
İnsanlar birbirini sevmeyebilir, evlenmiş sonradan sevmemiş de olabilir. Boşanmak da evlenmek kadar doğal elbette ama kimse kimsenin ruhunu ezme hakkını kendinde görmesin.