1. Genellikle bir yerden bir yere yetişme derdinde iken başımıza gelen, kişinin dalgınlığından bağımsız olduğunda insana hayatı daha da sorgulatan aksilikler bütünü. Bu konuda oldukça makus bir talihim var ne yazık ki. "Top üç"ümü arz ederim efenim: (gizlinot: bunları aratan talihsizler gelmez umarım artık başıma )
3- bahçeşehir'e gitmek üzere iş çıkışı koştur koştur mecidiyeköy'e gidiyorum, ekspres otobüs orada neredeyse bomboş beni bekliyor. Hemen kuruluyorum üst kata, eşyalarımı uyku pozisyonuma uygun olarak yerleştiriyorum kucağıma. Başkaları da var, saati bekliyoruz. Sonra birden bir hareketlilik oluyor otobüste, üst kattan önce birkaç kişi iniyor, sonra daha fazla kişi hızlıca inmeye başlıyor. Ne oluyoruz derken birinden yan otobüse geçmemiz gerektiğini anlıyorum. Apar topar eşyalarımı alıyorum. Bir de ne göreyim, gelen otobüs tek katlı ve eski körüklü otobüslerden. Herkes hızla doluşuyor ve ben otobüse ilk binenlerden olmama rağmen ayakta gitmek zorunda kalıyorum tüm yolu. (gizlinot: Sinirden ateşler bastığını bilmem söylememe gerek var mı)
3bis- Ay bunun bir de aynısının yunanistan versiyonu var, anlatmadan geçemeyeceğim: arkadaşımla trenle selanik'ten atina'ya geçeceğiz. Trene biniyoruz, elimdeki bilgilere göre aktarmasız gitmemiz ve sabah erken saatte atina'da olmamız gerekiyor. Kuruluyoruz yerlerimize, uyku tulumlarını çıkarıyoruz ve hemen uyumaya başlıyoruz. Gece yarısını biraz geçe arkadaşımın sesine uyanıyorum, trende bir hareketlilik var, inmemiz gerekiyor galiba diyor, ben haftalardır hiçbir tren saatinde yanılmamış olmanın da verdiği güvenle, yok canım daha var, uyu diyorum, kendim de uykuya dönüyorum. Birkaç dakikaya tekrar uyandırıyor beni, fifiri, tren boşalıyor diye. Bakıyorum hakikaten herkes iniyor, vatmanlar da bir şeyler söyleyerek dolanıyorlar. Hemen pılımızı pırtımızı alıp iniyoruz. trenden inen bir grup hızla otobüslere binip uzaklaşmış bile, Nerede olduğumuz konusunda en ufak bir fikrimiz yok, minicik kulübeden bozma sözde garda ingilizce bilen yok. Zar zor yeni otobüs geleceğini ve atina'ya gitmek için ona binmemiz gerektiğini anlayıp, Neyse en azından trenden inen bir grup hala burada, yalnız değiliz diyerek Kaldırımın kenarına oturuyoruz. etrafta bir yangın kokusu var (o dönemde atina yakınına kadar yaklaşan bir orman yangını vardı), hava sıcak, biz çok yorgunuz, tam o anda önümüzden tıkı tıtı tıkı bir karafatma geçiyor, sinirden gülmeye başlıyoruz, adeta korku filmindeyiz. Bir süre sonra tekrar bir hareketlilik oluyor, birkaç tane otobüs geliyor. Hemen ayaklanıyoruz ama otobüse binmek ne mümkün! Herkes oradan oraya koşturuyor, ellerinde bavullarla koşturan bir amca önce arkadaşımı sonra beni yere devirip otobüse biniyor. Otobüse ulaşabildiğimizde ise çantalarımızla almıyorlar, bagajı gösteriyorlar, ama çantaları bagaja bırakana kadar oturacak yerler doluyor, yine binemiyoruz... Neyse en sonunda zar zor iki yer bulup oturuyoruz da atina'ya varıyoruz sağ salim. O gün o trenin genel yol çalışmaları nedeni ile mi, yoksa yangın yüzünden mi durduğunu, o küçük garın nerde olduğunu, o amcanın bizden başka kimleri yere yıktığını (gizlinot: swh) daha sonra internette araştırmamıza rağmen hiçbir zaman öğrenemedik.
2- vapur ile beşiktaş'tan kadıköy'e geçiyorum. Güzel bir sonbahar günü, o dönemde eski vapurlar var, dışarıdaki banklara oturmuşum, ayaklarımı da önümdeki demirlere dayamışım, hafif rüzgar esiyor, dalgaların seslerini dinliyorum... değme keyfime. Birden ani bir dalga geliyor ve dışarıda oturan pek çok insan olmasına rağmen sadece, evet sadece, benim oturduğum bölüme geliyor o dalga ve Başımdan aşağı sırılsıklam oluyorum. İçeri kaçıyorum sırılsıklam bir şekilde, kimse anlam veremiyor duruma, herkes kuru, bir tek ben sırılsıklamım. Benim için Daha da şaşırtıcı olanı, kadıköy'de biriyle buluşacağım için, Vapurdan iner inmez gittiğim kuaföre durumu anlattığımda kuaförün hiç bir şaşırma belirtisi göstermemesi, sanki her gün onlarca kişinin saçını bu sebeple yıkıyormuş gibi bir havaya bürünmesi oldu.
1- iş çıkışında avcılar'a gitmek üzere mecidiyeköy metrobüs istasyonundayım. Çok kalabalık, oturmam mümkün değil. Hadi diyorum buradan zincirlikuyu'ya gideyim de oturabileyim. Tıklım tepiş bir metrobüse zar zor biniyorum, tek durak gideceğim ya, cama yapışık gitmekte bir beis görmüyorum. (gizlinot: Zavallı küçük ) Zincirlikuyu'ya geliyoruz ve metrobüs durmuyor! "Sevgili" metrobüs şoförü orada durmamaya karar vermiş herhalde, göz açıp kapayıncaya kadar kendimi boğaz köprüsü'nün üstünde iş çıkışı trafiğine takılmış bir halde buluyorum. İneyim desem köprünün ortasında inmem mümkün değil (gizlinot: intihar etmek için inmek yakışırdı gerçi), şoföre bağırayım, kızayım, olay çıkartayım desem aramızda etten duvar var. (gizlinot: Ben de mecburen elimde kalan tek seçeneği kullanıp sevgiliye telefon edip ağladım) kaderime mahkum bir sonraki durakta inip geri döndüm ne yapayım. Bir saate ve biraz göz yaşına mal oldu bu geri dönüş tabii bana.