1. Çok kişi geldi geçti, bazılarının yeri dolmuyor bazılarının yerini doldurmak ise mümkün değil. Bu Şair de öyle adamdı.
Nur Yoldaş’ın 12 Eylül darbesinden 1 yıl sonra okuduğu Sultan-ı Yegâh şarkısı çok kısa süre içinde en çok dinlenen olmuş.
Yazarı Atilla İlhan.
Oysa Attila İlhan “Tutuklunun Günlüğü” kitabında yer alan o şiirini önceki darbenin ardından darbeyi anlatmak için yazdığı bir şiir. Ve en ağır darbenin içinde kimse, yazılan şiirin darbelere karşı yazıldığını anlamadan her yerde çalınmış. Ki anayasa değişikliğine karşı hayır kampanyası yapmanın yasak olduğu bir darbede.
Deniz Tipigil’in “Düşün-ü-yorum Dergisi”nde yayınlanan röportajında öğrencisi Opr. Dr. Ercan Çakır şu anıyı anlatmış: “Atilla İlhan’ın evine gittik o dönem. Ben, Nur (Yoldaş) ve Ergüder Hoca beraber… Sohbet çok güzel giderken birdenbire Atilla İlhan ‘Yaaa arkadaş, sizdeki nasıl bir cesarettir, nasıl bir yürektir ha! Böyle bir cesaret! Hem de böyle bir dönemde! Pes! Ben Sultan-ı Yegâh’ı 12 Mart darbesini eleştirmek için yazmıştım’ dedi. 12 Eylül’ün hemen sonrasındayız ya… ‘Allah’tan hiç kimse anlamadı. Şimdiye kadar anlamadılarsa artık anlamazlar’ dedi”.
Sonrasında TRT birdenbire Sultan-ı Yegâh’ı yayından kaldırmış. Bu ekip gerçeğin ortaya çıktığını düşünmüş ama, değil.
Çakır şöyle devam ediyor: “Kaldırma gerekçesini makam adının yanlış okunması olarak gösteriyorlar. ‘Doğru adı Sultan-i Yegâh’tır, ondan kaldırdık’ diyorlar.
Oysa Atilla İlhan’ın “ı” harfiyle Sultan-ı Yegâh demesinin sebebi, o ifadenin Tekliğin Sultanlığı anlamını taşıması. Darbeyi eleştirmek üzere yazmış ya, tek olanın sultanlığını… Yegâh tek demek, diktatörlük anlamında kullanmış yani.
Tekliğin sisteminin, otoriter sistemin sultanlığı ne zaman başlar, ay doğarken. Gece doğar saltanatı o sistemin. Gecenin bu şiirdeki simgeselliği, kötülüğü, adam öldürmeleri, işkenceleri, zulümleri işaret eder. Onların saltanatı başlar ay doğarken, Sultan-ı Yegâh’ın.” Farsça “yegâh” kelimesinin kökenine bakıldığında anlamı “yek: bir”in yer bildiren “gah” ekiyle birleşmesiyle “yek-gah”. Tekliğin sultanlığını.
Opr. Dr. Çakır’dan devamla; “Sonra baktık olacak gibi değil, ı’yı i yapacağız. Atilla İlhan’a sunmuşlar durumu, o da demiş ki isterseniz ü yapın, isterseniz ö yapın. Ne yaparsanız yapın demiş yani. Neyse biz tekrar stüdyoya girdik, ‘ı’yı düzelttik. Gönderdik, tekrar yayınlamaya başladılar.
Konserleri verilmeye başlandı albümün, turnesi oldu. Pek çok farklı şehirde konserler verdiler. Ya Ankara, ya Antalya’da konserdeler, tam hatırlamıyorum. Konsere Kuvvet Komutanları da geliyor. Protokol olarak en ön sırada oturuyorlar. O dönem öyle idi âdet. Tüm albümü alkışlayarak hayranlıkla dinliyorlar, Sultan-ı Yegâh hit olduğu için bis sonrası bir kez daha çalıyorlar konserlerin sonunda genelde. Kuvvet Komutanları da sonuna kadar kalarak alkışlayıp ayrılıyorlar. Müthiş bir ironi olduğunu düşünmüşümdür hep.”
Ergüder Yoldaş Atilla İlhan’ın aynı kitabındaki Mahûr şiirini de besteliyor. Sultan-ı Yegâh albümünde yer olan o şiir de 12 Mart darbesine, idamlarına karşı bir figan. Attila İlhan o şiirin ilk beşliğini Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamlarını radyodan duyduktan sonra Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için bindiği vapurda mırıldana mırıldana tamamlıyor. “Müjgan”la yani Farsça “kirpikler”iyle sessiz sessiz, tek başına “ağlaşıyor”; “yangın ormanından püskürmüş genç fidanlar”ın, “güneşten ışık yontan sert adamlar”ın ardından. Ki o şarkıdaki Müjgan’ın bir sevgili, bir yoldaş değil kirpik olduğunun da anca meraklısı farkında.