yeni
popüler
    sorular içinde ara
    yeni soru sor
    son sorular
    son cevaplar
    kategoriler
    • süslü
    • moda alışveriş
    • kuaför & güzellik merkezi
    • sağlık
    • spor
    • gönül işleri
    • aile arkadaş ilişkileri
    • cinsellik
    • eğitim & kariyer
    • seyahat
    • pet
    • sanat
    • bürokrasi
    • diğer
    girdi yaz
    medya ekle
    • linki kopyala
    • şikayet et
    • girdiler (6)
    • medya (0)

    1. Bu benim en sevdiğimdir. Kimilerince bir kadın yazarın romantik yapıtından başka bir şey değildir. Fakat kitap kesinlikle bu üstünkörü düşünceyle açıklanabilecek kadar sığ değil.

    Jane Eyre sevilmeye ne kadar hasret olursa olsun, kendinden ödün vermeyen bir kadındır.

    Roman için feminist roman demek de en az romantik roman demek kadar basit olacağından öyle bir kalıba sokmuyorum. Fakat Jane'in hislerinin, düşüncelerinin yoğunluğu arasında sürüklenmeyecek kadar sağlam bir kadın karakter oluşu elbette ''güçlü ve bağımsız kadın'' fikrini kıvılcımlandırır. Üstelik yazıldığı dönem göz önünde bulundurulunca kitap her yönüyle o dönemin 'konuşulmayanlarını' anlatır. Farklı sınıftan iki kişinin birlikteliği, hakim düşüncelerin insanlar üzerindeki baskısını...

    Kısacası Jane sadece aşık bir karakter değil aynı zamanda toplumun üstüne biçtiği rolden ve dayatmalardan sıyrılan bir karakterdir. Ve kitap boyunca düşüncelerinin yoğruluşuna tanıklık ederiz.

    Kitabın film ve dizi olarak uyarlamaları mevcuttur fakat benim favorim olan 2011 yapımı Cary Fukunaga'nın (gizlinot: bir başka başarılı işi için True dedective) yönettiği Mia Wasikowska ve michael fassbender'ın rol aldığı filmdir.

    Filminde dönemin karanlık ve gotik havası içinde karakterlerin iç dünyasının az fakat vurucu diyalogla yansıtılmasını seviyorum.

    >Spoiler<

    Son olarak^^

    ''Am I a machine with out feelings? Do you think that because I am poor, plain, obscure, and little that I am souless and heartless? I have as much soul as you and full as much heart. And if God had possessed me with beauty and wealth, I could make it as hard for you to leave me as I to leave you... I'm not speaking to you through mortal flesh. It is my spirit that addresses your spirit, as it passes throguh the grave and stood at God's feet equal. As we are.''

    >Spoiler<

    17 haziran 2016 12:09

    2. çocuk kitabı olarak okutulması ne kadar saçma... dünya klasiklerini çocuklara niye o yaşta okutmak zorundayız? bu eserler oldukça dramatik hatta bazen oldukça gayri ahlaki ve müstehcen konular içeriyor (bunları yermek için söylemiyorum, çocukların psikolojisine ağır gelebileceği için söylüyorum). kitapta yangın çıkarıp kendini kuleden atıp öldüren ve sonra kocası jane ile evlenen bertha mason karakterini bir çocuğun okuması bence korkunç.

    aynı şey bizim ömer seyfettin hikayeleri için de geçerli. ömer seyfettin çocuk hikayesi yazarı değildir. başını vermeyen şehit, diyet, kaşağı... bu hikayeler türk hikayeciliğinin önemli eserleridir ama çocuk eseri kesinlikle değildir. ilkokulda kaşağıyı okuduktan sonra difteri hastalığına kafayı takmış, sosyal bilgiler dersinde zorla tahtaya çıkıp bu konuyu anlatmıştım...

    neyse jane eyre güzel bir romandır. brönte kardeşler gerçekten yetenekli yazarlar, o döneme air gotik ve korku unsurları içeren edebiyat denince aklıma hep onlar gelir.

    1 eylül 2016 10:46

    3. belki ayrı başlık açmak icap ederdi ama bertha mason neden cozuttu diye merak edenlerin Wide Sargasso Sea'yi de okumasını şiddetle tavsiye ediyorum. bir nevi spin-off ama kendi başına da klasik olmuş, çok başarılı bir roman. allah belanı versin Rochester.

    neyse, jane eyre'inse korkusundan bollywood'una bir sürü de film adaptasyonu vardır, en sonuncusunda (2011 tarihli olması lazım) evimin erkeği Michael fassbender ve sevemedim karagözlüm Mia Wasikowska oynamaktadır.

    1 eylül 2016 17:29


    4. bu sene ingiliz edebiyatı dersinde işlediğimiz eser.

    charlotte bronte aslında kendi hayatını anlatmış, yazarın hayatını biraz araştırdığınızda jane ile çok fazla ortak noktası olduğunu görebilirsiniz. aynı zamanda 1847'de kadının toplumdaki yeri yüzünden jane eyre'i currer bell adı altında yayınlamıştır.

    eser victoria döneminin etkilerini taşıyor ve dönemin eğitimli ama güçsüzleştirilmiş, yeteri kadar maaş verilmeyen kadınını gayet iyi özetliyor. hatta sanayi devrimiyle kadınların çalışma imkanı artıyor ancak düşük maaşlarla kötü şartlarda çalıştırılıyorlar, ona da dokundurduğunu düşünürüm. zaten bronte'nin eseri bir erkek adı altında yayınlamasının sebebi de tam olarak bunlar.

    eserin ingilizce dili de çok ağır sayılmaz. kitapta türk kelimesinin geçmesi de aşırı hoşuma gitmişti glsejktlise "I mounted into the window-seat: gathering up my feet, I sat cross-legged, like a Turk; and, having drawn the red moreen curtain nearly close, I was shrined in double retirement."

    filmini de çok beğenmiştim, kitaptan ayrılan çok ince noktalar var ama %95'i aynı. tavsiye ederim efendim.

    en sevdiğim sözleri de şöyle alıntılayıp elveda diyorum:

    “I care for myself. The more solitary, the more friendless, the more unsustained I am, the more I will respect myself. I will keep the law given by God; sanctioned by man. I will hold to the principles received by me when I was sane, and not mad—as I am now. Laws and principles are not for the times when there is no temptation. . . . They have a worth—so I have always believed; and if I cannot believe it now, it is because I am insane—quite insane: with my veins running fire, and my heart beating faster than I can count its throbs.”

    1 eylül 2016 18:29

    5. (gbkz: duygusal istismar) ve (gbkz: şiddet) mağduru bir kız çocuğunun büyüdüğünde yaşadıklarını ve karakterini ele alan, dönemine göre oldukça (gbkz: unorthodox) kaçan bir romandır. hiçbir zaman teşhis alamamış bir (gbkz: borderline) annenin kızı olarak benim kolay kolay tekrar açıp okuyamadığım bir romandır ayrıca. (not: bir gün ifşa olduğumu hissedersem ilk bu girdi uçurulacaktır).

    aşağısı kitaptan spoiler içerir. hikayenin detaylarında hatırlamadığım bazı yerler ve yanlışlar olabilir. 

    jane eyre ailesini bebekken kaybeder ve amcasına (ya da dayısına) ve onun karısına kalır. amcası onu çok sever ve diğer çocuklarından ayırmazken, karısı jane'i hor görür, aşağılar, şiddet uygular, sürekli korku ve duygusal istismarla büyütür. amcası öldüğünde durum iyice kötüleşir. amcası öldüğünde jane sadece 5-6 yaşlarındadır. jane tüm kitap boyunca dehşet sağlam bir kişilik ve güç gösterir. dışarıdan bakıldığında güç ve özgüven olarak görülen şey, bana kalırsa erken çocukluk döneminde yaşadığı travmaların kişiliği üzerindeki etkilerinden başka bir şey değildir.

    ben istismarcı/şiddet uygulayan baba nasıl oluyor bilmiyorum. o yüzden yorum yapmaktan kaçınacağım. ancak, çocukla en çok vakit geçiren anne figürü bu şekilde olduğunda ve baba figürü aksine sevgi dolu ve şefkatli olduğunda, bu dengesizliği babanın yarattığı personayı içimizde bir yere saklayıp anneden koruyarak gizlemeye, böylece her çocuğun ihtiyaç duyduğu koşulsuz sevgi ve korunmayı yapay bir şekilde elde etmeye çalışıyoruz bana kalırsa. jane'de ve bende olan şey bu aslında. karakterimizin merkezindeki (gbkz: çekirdek), bizi seven ve kollayan ama aynı zamanda da baba figürünün her zaman erişim dahilinde olmamasından kaynaklı olarak tüm karaktere yayılmayan, katılaştırılmış ve donuk bir güvenli yer.

    bu yüzden (subjektif gözleme ve kitaba göre konuşuyorum) anne tarafından böyle istismara uğrayan çocuklar, her kararında o merkeze dönerek oradan "güç" alıyor. üst üste bindirilmiş katmanlardan olan kişiliğin en içindeki katı çekirdeğe kimse ama kimse ulaşamıyor. çünkü zaten çekirdeğin amacı, baba figürünü anne figüründen korumak. en savunmasız yaşlarda o çekirdeği böyle korumaya alışan çocuklar, büyüdüklerinde de buna devam ediyorlar. kararlarında dik başlı, hatta zaman zaman kalın kafalı, aklına girmesi çok zor, korkusuz, gözü pek ve atılgan oluyorlar. hayatlarında karşılaştıkları duygusal şiddet anlarında, tıpkı çocukluklarında yaptıkları gibi o çekirdeğe çekiliyor ve oradan aldıkları güçle yollarına devam ediyorlar. örneğin, kitapta bazı davranışları yüzünden "kırmızı oda"ya kapatılan jane, odadan çıktığında yine eski jane olmaya ve karakterini korumaya devam ediyor.

    ebeveynlerin her ikisinin de olumsuz olduğu durumlarda (yine subjektif gözlemlerime göre) çocuklar bir kişilik koruyamıyor ve parça parça kırılıyor, tuzla buz oluyor. karşı çıkma yetisini kaybediyor ve özgüvensiz bireyler olarak yetişiyorlar.

    bu çekirdekten alınan "güç" kısmı ise biraz çetrefilli. insan o kadar karmaşık bir varlık ki, aslında birbiriyle çelişen iki şey aynı anda hem sebep hem sonuç olabiliyor. o çekirdek aslında hem güç hem güçsüzlük. o çekirdekte aslında sonsuz sevgi ve özgüven yok. tam aksine, "ben zaten hakettim" ve "ben zaten değersizim" gibi kalıp düşüncelerle örülü. bundan dolayı, kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını düşünen çekirdek, sahibinin korkusuz olmasına ve duygusal rahatlık vs mantık dilemmasında hep mantığı seçerek bir parça kendini cezalandırıp bir parça da değersizliğini pekiştirmesine yol açıyor.

    örneğin, mr. rochaster'ın aslında evli olduğunu öğrenen jane, pekâlâ onunla kalmaya devam edebilirdi. kitapta oldukça dindar bir kadın olmasına rağmen, uygulamada pek öyle davranmıyor, dönemin din anlayışına göre skandal sayılacak bir şekilde onunla öpüşüyordu. ama onun gidişi, özellikle de yanına para vs. hiçbir şey almadan yollara dökülüşü, oralarda perişan oluşu biraz da bu "kendini cezalandırma" ve "değersizliğini pekiştirme" patalojisinin ürünüdür. eğer jane'i güdüleyen esas mesele "güç" ve "mantık" olsaydı, mr. rochester'dan kendisine yeni bir iş buluncaya kadar bir oda vermesini ister, uzak bir kente çalışmaya gider ve hayatını orada sürdürürdü. ama o, sürünmeyi seçti.

    benzer bir şekilde, mr. rochester'a "ben senin eşitinim, benim duygularımla oynama!" diye attığı tiradı ele alalım. dönemin aristokrasi ile örülü ingiltere'sinde bunu söyleyebilmek, günümüzde zenci patrona "bence beyaz ırk üstün" gibi bir laf etmeye benzer. bunu 0 parası ve 0 arkası olan birinin patronuna söylemesi ise intihar girişimine eşdeğerdir. burada jane'in toplumsal kuralları ne kadar umursamadığını görüyoruz. istese de umursayamaz. toplum tarafından dışlanmak, biçare bırakılmak ve aşağılanmak jane gibiler için bir tehdit oluşturamaz. çünkü, onlar zaten hayatlarının en savunmasız dönemlerinde dışlanmış, buna bağlı olarak ruhları ecele kadar devam edecek bir sürgüne yollanmıştır. zaten sürgünde olan bir insan, tekrar sürülmekten korkmaz.

    bu çekirdeğin bir diğer tipik özelliği ise kendisine sevgi gösteren ve koruyan insanlara karşı aşırı müteşekkir olması, onlara karşı hizmetçi bir ruhla yaklaşmasıdır. örneğin, kendisini yollarda bulan kardeşlere karşı jane hep şefkatli olmuş, erkek kardeşin bir kıza duyduğu aşkı anlayıp aralarını yapmaya çalışmıştır. sonra yine, kendisine miras kaldığında mirası, kendisini yolda bulan kardeşlere eşit olarak bölüştürmüştür. daha sonrasında ise perişan haldeki mr. rochester'ı arayıp bularak, onun körlüğüne, yaşlılığına ve düştüğü müşkül duruma bakmadan hayatını onun ayakları altına sermiştir. kitabın en sonunda ise hâlâ ona 'efendim' der ve tanrıya efendisini ona bağışladığı için binlerce kez şükreder.

    jane eyre'ler hayata siyah beyaz bakarlar. çünkü ebeveynleri siyah beyazdır, grileri asla öğrenemezler. Bu siyah beyaz ayrımını ise sadece beyaza bakarak yaparlar. onlara göre Çekirdekteki beyazı oluşturan ahlak, etik, değer ve yargılar neyse, o beyazın dışına minicik çıkan her ama her şey siyahtır. örneğin, aşık olduğu mr. rochester'la evlenmeden öpüşür, çünkü sevgi beyazdır. ama o beyazlığa küçücük bir pürüz geldiğinde artık simsiyah görmeye başlar. mr. rochester'ın evli olduğunu öğrendiği saniye aşkından tiksinir. onu, "ben günah içinde yaşayamam" diyerek terkeder. halbuki mr. rochester, kendisine başka bir ülkedeki klisede evlenmeyi ya da kardeş gibi yaşamayı önermiştir. akla, mantığa ve dine uygun olan bu öneriler, jane eyre'in siyah beyaz dünyasında karşılıksızdır. o yüzden, örneğin, "bundan sonra evlilik dışı cinsel ilişki mecburi, kontrol edip yapmayanları öldüreceğiz" gibi bir şey dendiğinde, ilk kafasına sıkan insanlar jane eyre'lerdir. böyle insanları asla ama asla o beyazın dışına çıkmaya zorlayamazsınız. asla korkuyla zapt edemez, üzerilerinde tahakkum kuramazsınız. ölümle bile tehdit edildiklerinde, dinen ve ahlaken tehdit altında kötü şeyler yapmak caiz olsa bile ölmeyi tercih ederler. çünkü mesele din ya da ahlak değildir, kendi kalıplarına uyması ya da uymamasıdır. bu yüzden jane eyre'ler kendileri ve çevreleri için oldukça yıkıcı olabilir, en ufak bir griye aşırı tepki verebilirler. örneğin, sadece üst yönetimi bir skandala karışmış uluslarası bir şirketin olaydan alakasız küçük bir ofisinde çalışıyorsa, tonlarca borcu ve 3 çocuğu olsa da gözünü kırpmadan istifa eder jane eyre'ler. 

    keşke her gerçek jane eyre, kitaptaki jane eyre gibi mutlu sona ulaşabilse. ama kendi yapılarından dolayı aşklarını harcayarak, güçlü kalıp zararlı bir partnerden kaçmış gibi gözükse de aslında mermer sertliğindeki çekirdeklerinin fısıltılarıyla oradan oraya atlayarak gönüllü bir sürgünde geçirirler hayatlarını. hem hırpalanmak için dünyaya geldiklerini düşünür hem de hırpalayıcı koşullara balıklama atlarlar.

    gökten 3 elma düşer. hiçbirisi jane eyre'lerin okşanmaya muhtaç saçlarına dokunmaz. bu yazı benden bütün sessiz jane eyre'lere gelsin: çığlığınızı ben duyuyorum. yalnız değilsiniz. yalnız olmak zorunda değilsiniz. başka bir hayat mümkün. okşanmamış saçlarınızdan öpüyorum. 

    düzenleme: bazı ekleme ve düzenlemeler.

    12 mart 2018 16:03 13 mart 2018 03:14

    6. en sevdiğim kitaplardan biridir. zaten oldum olası eski ingiltere'yle bağlantılı kitapları severim.. (bkz: jane austen)

    bbc versiyonunu izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. mini dizi gibi diyebiliriz 4 bölümden oluşuyor. toby stephens'a aşık olabilirsiniz dikkat :)

    12 mart 2018 17:32