1. afişinde remus lupin'i görünce heyecanlanıp izlemeye başladığım ve sıradan bir dedektif filmi izlemeye hazırlandığım ama beni şaşırtan bi film oldu. alabildiğine karanlık çekimle ne kadar gotik o kadar ingiliz anlayışını benimsemiş yönetmen hatta arada ekran mı karardı acaba diyorsunuz ama hayır meğerse karakterimiz açı değiştirmiş. tek mekanda geçen filmlere bayılırım çünkü aksiyon ya da görüntü ile değil oyunculuk ve diyalogla seyirciyi filmin içinde tutumaya çalışırsınız eğer böyle bir film filmin sonuna kadar seyirciyi merak içinde tutabiliyorsa o film iyi filmdir bence.
konu alabildiğine basit aslında genç bir kadın intihar ediyor ve bir dedektif bu intihardan sorumlu olduğunu düşündüğü bir aileyi sorgulamaya geliyor ve o içi çatışmaları, kendilerini aklama yöntemleri insanın dışarıya karşı gösterdiği yüünün ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor ilk sarsıntı da insanların birbirine ne kadar çabuk sırtını dönebilidiği gerçeği çok iyi yansıtılmış. oyunculuklar ortlamanın biraz üzerinde devamlı diyalog üzerine bir film izliyoruz. tam tesadüfler silsilesini sorgulamaya başlıyorsunuz ve film öyle bir sona ulaşıyor ki haa şimdi oldu diyorsunuz jenerik akarken.
gizlinotlar spoiler içerir.
bence güzel filmdi 10 üzerinden 8 veriyorum.
+tanrıya inanıyor musun?
-evet.
+nasıl?
-çünkü insanlara inanamıyorum ve bir şeylere inanmak zorundayım yoksa çatlaklardan sıyrılıp düşmeye başlarım ve düşmeyi durduramam.