1. Çok sevdiğim bir tiyatrocudur.
Bizler onu Tatlı Hayat'taki deli komşu irfan veya acemi cadı'daki Ferit hoca olarak hatırlarız. Ancak kendisi bundan çok daha fazlası. Zira oyuncu, hoca, müzisyen, yazar ve en önemlisi büyük bir entelektüel. Günde en az 4 saatini okumaya ayıran birinden bahsediyoruz, inanılmaz biri. Entelektüelliğin içinde despotlaşmamış, ukalalaşmamış, tertemiz ağabey sohbeti çevirebilecek biri izlenimi verir bana hep. Son katıldığı YouTube programından çok beğendiğim bir konuşmasını satır satır not aldım, kulağıma küpe olsun diye de buraya bırakıyorum:
"İnsanların çok fazla mutsuzlukla yaşadığını görüyorum, mutsuzluğu hayatın gerçeği olarak kabul edip, kendi başarısızlık ya da tembelliklerini bu mutsuzlukla bağışlattıklarını, kendilerini aldattıklarını ve hayatın gerçeklerini bu sandıklarını; tam da orada kendilerine bir yalan söylediklerini düşünüyorum. İnsanın kendine yalan söylemesini kolaylaştırıyor hayatının acıları.
İyimserlik, mutluluk, sevinç de insanın canı ve ruhuyla ilgili birşey. Belki de tamamen hormonal ve herkeste de bu böyle olamıyor. Fakat Mutluluk ve başarının uyduruk, kısa bir yolunun olduğunun zannedilmesi de bir hata zaten.
Mesela ideolojik hatalar da var, ruhen erkenden yaşlanmak gibi. Yanlış fikirlerden kaynaklanan, "okyanusta damlayız, hayatta bir toz tanesiyiz" gibi.
Bir dakika, bu ne demek? O damla olmanın, o toz olmanın bile gururunu taşımak gerekir. Nedir bu? Kendini bir şekilde ortaya koyarsın, 80 sene aslan gibi yaşar geçersin, aksi zaten ayıp.
Tembellik ve uyuşukluktan mutsuzluğa sürüklenip bunu hayatın gerçekleriyle de birleştirip arabeske sürüklemek ne demek? E peki Kilyos'a alalım beyefendiyi, arkaya da bir keman, ağlasın dursun. Güle güle yani.
İnsanlar hayatın nasıl yaşanılır olduğuna dair kitaplar yazıyor, raflar bu kitaplarla dolup taşıyor. Keza filmler, şarkılar, marşlar.. E sen bunlardan hangisiyle ayağa kalkıyorsan kalk artık, diz çökme, boyun eğme ayıptır.
Arabesk diye bir duygu var bizim ülkemizde, acıdan zevk almak gibi. "Ah abi ben neler yaşadım" derken tamamen bir poza kurban gidiyorlar aslında; öfkeli çocuk, ağır abi pozuna kurban gitmek bu.. Acıdan saygı toplamaya çalışan türevler bunlar. Yani "vay be o neler yaşamıştır" efsanesinin arkasında sahte kalmak.
Mesela bizim oyunları izleyen yabancı yönetmenlere anlatamayız bazı şeyleri. Sorarlar bize oyundan sonra "bu oyuncu acıyı çok güzel oynadı ama o sonraki tavırları neydi anlamadık." derler, ben de derim ki "Oyuncu acı kısmını bitirdi şimdi kendine acıyor efendim, tamamen kültürel birşey". Bildiğimiz akıl hastalığı ama işte bu ülke de yiyor. Yapmayın ama.
Bir aklınız var ve o aklın tahtına oturun. Aksi, yaşadığınız hayata ayıp olur."