yeni
popüler
    sorular içinde ara
    yeni soru sor
    son sorular
    son cevaplar
    kategoriler
    • süslü
    • moda alışveriş
    • kuaför & güzellik merkezi
    • sağlık
    • spor
    • gönül işleri
    • aile arkadaş ilişkileri
    • cinsellik
    • eğitim & kariyer
    • seyahat
    • pet
    • sanat
    • bürokrasi
    • diğer
    girdi yaz
    medya ekle
    • linki kopyala
    • şikayet et
    • girdiler (1)
    • medya (0)

    1. berlindeki bir tıbbiyeli olan paul langerhans, 1869 yılında bir gün mikroskop altında pankreas kesitiyle oynarken farklı bir hücre topluluğu görür. "ulan bunlar da ne acaba, bunları daha önce görmedik biz heralde yaa" deyip not alır kenara. sonra da bu adamın yaptığı keşfe ithafen langerhans islet (langerhans adacığı) derler insülin üreten hücrelere. sindirimle ilgili olduğunu düşünürler tabi ilk başta. sonuçta pankreas yani. kimsenin aklına gelmez o dönemde kan glukozunun seviyesini ayarlayacağı.

    sonra 89 yılında minkowski diye bir adam test için köpeğin birinden pankreasını çıkartır. hayvan bakıcısı fark eder ki bu köpeğin çişinin üzerine sinekler toplaşmakta. bu durumu rapor eder tabi, adamlar idrar analizi yaparlar, bi bakarlar ki idrarda glukoz (şeker) var.

    hoaydaaa. sindirim diyoduk, bir anda idrar falan denmeye başladı. sonra düşünüp taşınıp diyorlar ki, bu pankreastaki adacık hücrelerinin kesinlikle diyabetle ilişkisi olmalı. kesin diyorlar yani. pankreas ve bu adacıkları bişey yapıyolar, o yaptıkları şeyi yapamadığı zaman (mesela bu adacıklar tamamen ya da büyük oranda yok edildiğinde) adam diyabet oluyor, şekerli işiyor tuvalete gidince.

    tabi olay sindirimden diyabete kayıyor bir anda. herkes bu adacıkların ne yaptığını bulmaya uğraşıyor. "ah bi saflaştırsam şu hücrelerin salgısını var yaaa" diye ortalıkta dolaşan bilim adamı kaynıyor ortalık bir süre. dünyanın her yerinden ses çıkmaya başlıyor. biri amerikadan diyor ki "ben biraz extract ettim galiba bu salgıyı. ama bütün pankreasın extractini aldığım için olmadı galiba. saflaştırılması lazım", diğeri diyor ki "yahu ben aqueous yaptım bunu galiba. bu da biraz düşürüyor glukozüriyi". sonra romanyadan bi adam çıkıp diyor ki "yahu ben bunu kana verdim, kan şekerinin düştüğünü gördüm". evet romanya. bükreş üniversitesinden nicolae paulescu.

    tabi bu büyük yankı uyandırıyor. Kanada’dan frederick banting, bu romanyalı abimizin makalesini okuyor (o makale de 1. dünya savaşı sebebiyle basılamıyor bir süre. savaş bittikten sonra anca yani). yıl olmuş 1920. banting diyor ki "ya bu romanyalı abi koca pankreası çıkartıp baktı, e bunun içindeki sindirim enzimleri falan adacıktaki hücrelerin salgısını çoktan degrade etmiştir. o yüzden buna yeni bi yöntem geliştirmek lazım". sonra kendine bir not yazıyor

    1. köpeğin pankreas kanallarını bağla.

    2. acini hücreleri dejenere olup yerinden kopana kadar bekle, köpeği hayatta tut.

    3. kalan hücrelerin salgısını topla. glukozüri'yi tedavi et.

    adam bu fikir için 4-5 ay sonra (1921 oldu artık takvimler) macleod hocaya gidiyor. diyor ki "hocam benim böyle böyle bi projem var. tübitak bursu vermesen de olur. bana bi lab bi de asistan ayarla da bi bakalım şuna". hoca tabi yanaşmıyo önce. "o proje olmaz. o fikri unut at çöpe" edasıyla yaklaşıyo. sonra vicdan yapıyo galiba, tamam deyip tatile gideceği sıra labı veriyo. 2 tane de tıp öğrencisi veriyo asistan olarak. birinin adı charles best, diğeri clark noble.

    bakın olayın dramatikliğine şimdi. banting, macleod hocanın yaz tatiline iskoçyaya gitmesini fırsat bilip diyor ki "beyler, yazın bu işi yapıp bitirmemiz lazım ama ayak altında dolaşan öyle çok kişi istemem. bana 1 kişi yeterli. aranızda anlaşın bana haber verin, ben arkada köpeklerin yanındayım". çocuklar yazı tura atıyolar arasında, charles best kazanıyor, diyor ki arkadaşına "kanka sen bugün git madem, değişmeli çalışırız yarın da sen gelirsin." noble da tamam kanka deyip gidiyo. best ve banting o gün çalışıyolar, sonra banting diyor ki asistanı best'e, "diğer çocuğa şöyle daha gelmesin, seni sevdim sen bundan sonra bütün deneylerde benim asistanlığımı yapıcaksın". e tabi hocanın lafının üstüne laf yok, best arayıp haberleri veriyo arkadaşına.

    // ben düşünüyorum da, noble'ın yerinde olsaydım o an heralde şey derdim. "oh ulan be yırttık. yazın sıcağında güneşin altında işe mi gidecektim bi de. denize giderim ooh mis, 90 gün yüzecem lan bu tatilde görürsünüz"//

    şimdi olaya geri dönelim. prosedür neydi, pankreas kanallarını bağlayıp acini hücreleri yok olana kadar bekleyeceklerdi. sonra da kalan adacıkların salgısını toplayacaktı.

    aynen böyle yapıyorlar. pankreas kanallarını bağlayıp bağırsağa boşalmasına izin vermiyorlar sindirim enzimlerinin. e tabi onca enzim, pankreasın içinde birikince ne olmuş olabilir sizce, bütün acinar hücreler telef. geriye kalan çöpü de immün hücreler temizledikten sonra cillop gibi islet yapıları kalmış geriye. bu aşamada kalan hücrelerin salgısını toplayıp pankreatektomi yapılmış köpeğe veriyorlar bu salgıyı. yaz boyu yaşıyor köpek cidden. topladıkları salgıya da "isletin" diyorlar, hani langerhans islet hücrelerinden geldiği için. o zamanın "isletin"i, bugünün insülini işte... 1923te zaten nobel ödülü alır banting, kazandığı paranın yarısını da asistanı charles best ile paylaşır. bu aşamada diğer asistanın yüzünü görmek isterdim ben aslında. acaba ne yapmıştır, yazık adamcağıza.

    tabi hikaye burada bitti mi, bitmedi. tatil biter, labın patronu macleod gelir, "naaaptınız gençler" der bizimkilere. bunlar da köpeği anlatır, derler ki "hocam biz şimdi böyle böyle yaptık, diğer köpeklerin bazısının pankreasını kesip aldık, adamlar diyabet oldu. marjorie diye de bi köpek seçtik, buna elde ettiğimiz isletin salgısını verdik. baktık ki köpeğin kan glukozu normal, ama diğerlerininki tavan yapmış. kesin işe yaradı hocam, hadi makale basalım". tabi macleod çakal, adam tecrübeli. hemen deneyi tekrar edin ben de görcem diyor, bunlar da bir daha yapıyorlar herşeyi. tabi bu sefer macleod hoca daha iyi ekipmanlar veriyor, daha fazla imkan sağlıyor, hatta banting'e maaş bile veriyor. adam bildiğin tübitak projesi yapıyor yani heheh.

    macleod tabi sistemin çalıştığını görünce seviniyor, fakat yine bi kulp takıyor. "6 haftada elde ediyonuz bu salgıyı anca, çok uzun bi yol bu. köpekte olursa herkeste olur, gel biz bunu fetal buzağıda deneyelim. hem fetüsün sindirim yapan hücreleri gelişmemiş oluyo onların" deyip ikna ediyor banting'i. yapıyorlar bakıyorlar ki bu da çalışıyor.

    sonra tabi hemen pürifikasyon için adam çağırıyorlar. bu böyle ekstrakt halinde ama içindeki bir şey buna sebep olmalı, bunu ayırmalıyız deyip işe girişiyorlar 1921'ın aralığında. 1922 ocakta hemen 14 yaşındaki bir hasta çocuğa enjekte ediyorlar ilk pürifiye ettikleri insülini. tabi becerememişler, çocukta felaket alerjik reaksiyon oluşuyor. sonraki enjeksiyonları iptal ediyorlar hemen. çağırdıkları adam gece gündüz çalışıp daha saf daha temiz halini hazırlıyor insülinin, diyor ki "ben bunu yıkadım akladım pakladım artık daha temiz. bi de böyle deneyelim". zor bela bir kere daha denetiyorlar, ta-daaa! glukozürinin semptomları ortadan kalkıyor. tabi bu arada şöyle bir şey oluyor, banting ve asistanı best, macleod hocanın çağırdığı biyokimyacıyı bir türü sevemiyor. aralarında huzursuzluk oluyor sürekli, adamı "başkalarının işine burnunu sokan biri" olarak itham ettiklerinde bizim biyokimyacı ekipten ayrılıyor.

    ondan sonrasında amerikadan bunu da tedavi edin şunu da iyileştirin diye üst düzey insanların falan talepleri geliyor. tabi bakıyorlar ki işte para var, bir ilaç şirketiyle anlaşıp insülini yüksek miktarda üretip saflaştırıp paketleyip satmaya başlıyorlar.

    bu çalışmalardan sonra işte 1923te nobel alıyor banting ve macleod. tabi banting burada da yaygarayı kopartıp diyor ki "ulan fikir benim, bana yardım eden çocuk aha bu, asistanım best. niye ödülü macleod'a veriyonuz biz bulduk bizim hakkımız" deyip paranın yarısını asistanla paylaşıyor. macleod tabi bu hamlenin altında kalır mı, o da kendi ödülünün yarısını çağırdığı biyokimyacı james collip ile paylaşıyor. onca tantanadan sonra, patent 50 cent karşılığında macleod'un bulunduğu ve çalışmanın yapıldığı üniversite olan toronto üniversitesi'ne satılıyor.

    edit. asıl can alıcı şeyi yazmayı unutmuşum türkçe karakterleri düzenlerken. "hayvan deneylerine karşı mısın" diye insüline bağımlı yaşayan t1dm hastalarına bir sorun bakalım, ne diyecekler acaba merak ediyorum. gdo hakkında fikirlerini de sorun hatta eliniz değmişken. kendime de not bırakayım, sonraki yazı gdo hakkında olsun.

    18 temmuz 2020 21:46 19 temmuz 2020 12:11