31. (link: https://vesaire.org/regl-ve-yahudi-soykirimi/ vesaire.com’da ) karşılaştığım ve Nazilerin toplama kamplarında bulunan kadınların, bu süreçte yaşadığı regl sorunlarına değinen bir yazı var. O da başka bir makaleden çevrilmiş. Belki dikkatinizi çeker, özetledim ben. Yazı daha uzundu.
Âdet görmek, hayatın akışının doğal bir döngüsünden ziyade genellikle üstesinden gelinmesi gereken bir tıbbi sorun olarak görülüyordu. Örneğin, tıp tarihçileri Auschwitz’de zorla gerçekleştirilen kısırlaştırma deneylerini araştırmışlardı.
Regl olmak, soykırım kurbanı kadınların hayatlarını farklı biçimlerde etkiledi: Birçoğu için regl olmak kamusal alanda kanamanın verdiği utançla ve bununla uğraşmanın getirdiği rahatsızlıkla ilintiliydi. Ancak regl kadınları cinsel saldırılardan da koruyordu. Aynı şekilde âdet görememek de doğurganlık ve kamptan sonraki hayatlarında çocuk sahibi olmak konularında bir endişe kaynağıydı.
Doğurganlık çağında soykırım kurbanı olan kayda değer sayıda kadın, gettolara ve kamplara sürüldükten sonra beslenme yetersizliği ve yaşadıkları şok sebebiyle âdet görememeye başlamıştı. Birçoğu bedenlerinin sınırlarının zorlanması nedeniyle kısır kalmaktan korkuyor, âdet dönemleri ile doğurganlıkları arasındaki doğal bağ daha belirgin hâle geliyor ve hayatlarının merkezine yerleşiyordu. Tutuklandığı sırada 15 yaşında olan Polonyalı Gerda Weissman, hayatta kalmak istemesinin en önemli nedenlerinden birinin çocuk sahibi olmak istemesi olduğunu söylüyordu, bu durumu de “bir saplantı” olarak tanımlıyordu. Benzer biçimde, Auschwitz’ten kurtulmayı başaran Fransız gazeteci ve direnişçi Charlotte Delbo bir oda dolusu kadın arasındaki konuşmadan şöyle bahsediyordu:
Âdet görememek üzücü…Yaşlı bir kadın gibi hissetmeye başlıyorsun. Büyük Irene utana sıkıla sordu: “Peki, âdet dönemleri ya daha sonra da geri gelmezse?” Onun bu sözleri üzerimizde bir korku dalgası yarattı… Katolikler istavroz çıkardı, diğerleri Şema Yisrael’i okumaya başladı, herkes bir şekilde Almanların başımıza sardığı kısırlık lanetini kovmaya çalışıyordu. Böyle bir şeyden sonra insan nasıl uyuyabilir?
Yahudi Soykırımı literatürü tarihçisi S. Lillian Kremer, kısır kalma korkusuna ek olarak, tutsakların kurtulsalar bile doğurganlıklarını geri kazanıp kazanamayacaklarına dair belirsizliğin, reglin kesilmesini kadın kimliğine karşı “çift yönlü bir psikolojik saldırı” hâline getirdiğini savunuyordu.
Kamplara girdiklerinde tutuklulara biçimsiz kıyafetler verilir ve saçları tıraş edilirdi. Kadınlıkla en çok ilişkilendirilen iki bölge olan göğüsleri ve kalçaları da dahil olmak üzere, vücutlarının her yerinden kilo kaybederlerdi. Sözlü tanıklıklar ve hatıratlar bütün bu değişikliklerin kadınların kimliklerini sorgulamaya zorladığını gösteriyor. Kamptayken 17 yaşında olan, Polonyalı Yahudi Erna Rubinstein, The Survivor in Us All: Four Young Sisters in the Holocaust (1986) başlıklı biyografisinde Auschwitz’deki dönemini düşünürken şu soruları soruyor: “Bir kadın başındaki ihtişamı, saçları olmadan nedir ki? Ya adet görmeyen bir kadın?”
Aynı şekilde, genç Alman-Yahudi bir tutsak olan Lucille Eichengreen hatıratında 1944-1945 kışında bir Neuengamme kampında geçirdiği dönemde bulup çok heyecanlandığı bir eşarptan bahsediyordu: Asıl planı, bu eşarbı kırpılmış saçlarını gizlemek için başına takmaktı. Ancak yasaklanmış bir eşyaya sahip olmaktan cezalandırılmaktan korktuğu için eşarbı bacaklarının arasına sakladı. Sonra, bir Alman muhafız onu kenara çekti ancak tecavüze yeltendiği sırada bacaklarının arasında eşarbı hissetti. “Seni kirli, işe yaramaz fahişe! Kanıyorsun!” diye bağırdı. Askerin yanılgısı Lucille’i tecavüzden korudu. Bu hikâyeleri değerlendirirken ironiyi de fark etmeliyiz: İğrenç bulunması gereken aslında tecavüz, âdet görmek oldukça doğal ve makul.
Başka bir engel de çaput bulunmaması ve yıkanma imkânlarının olmamasıydı. Macar bir Yahudi olan, anaokulu öğretmeni Trude Levi o zamanlar 20 yaşında olduğu o dönemi şöyle hatırlıyordu: “Yıkanmak için suyumuz yoktu, iç çamaşırız yoktu. Gidebileceğimiz bir yer de yoktu. Her şey üstümüze yapışıyordu ve hepsi bir yana beni en insanlıktan çıkmış gibi hissettiren şey buydu.” Pek çok kadın gerekli malzemeler olmadan regl olmanın onları ne kadar insanlık dışı hissettirdiğinden bahsediyordu. Tüm kirlerin ötesinde, regl dönemine özgü o “kirlilik” ve onları bir kadın olarak damgalayan âdet kanı, bu kadınların kendilerini insanlığın en alt basamağındaymış gibi hissetmelerine neden oluyordu.
Doris Bergen, soykırım dönemindeki cinsel şiddeti konu aldığı klasikleşmiş eserinde Wehrmacht askerlerini saldırısına uğrayan iki Polonyalı Yahudi kadının ilginç örneğine yer verir:
18 Şubat 1940’ta Petrikau’da iki nöbetçi asker… 18 yaşındaki Jewess Machmanowic ve 17 yaşındaki Jewess Santowska’ı silah zoruyla ailelerinin evinden kaçırdılar. Askerler, kızları Polonya mezarlığına götürdü ve orada birine tecavüz ettiler. Diğer kız ise o sırada adet dönemindeydi. Ona birkaç gün sonra tekrar gelmesini söylediler ve karşılığında beş zloti vermeye söz verdiler.
20 yaşındaki Macar Vera Federman, Auschwitz ve Allendorf’ta kalmıştı. Arkadaşıyla birlikte mutfakta çalışma şansı bulmuştu ve bu çok değerli bir işti. Fazladan patates yiyebilmek tekrar regl olmaya başlayabilmelerini sağlamıştı, iki kız da kadın muhafızlardan çaput çalıyordu. Elbette, hırsızlık onları tehlikeli bir duruma sokmuştu (işlerini kaybetme tehdidinden bahsetmeye gerek bile yok). Ancak Federman birbirlerine yardım etmek için nasıl birlik olduklarını anlatırken arkadaşıyla geliştirdiği dayanışmayı vurguluyor. Kampların şiddet dolu dünyasında, yaşlı kadınlar karşılığında hiçbir karşılık beklemeden genç kızları eğitmeye hazırlardı.
Kamplardan kurtulduktan sonra toplama kamplarında âdet göremeyen pek çok kadın tekrar regl olmaya başladı. Birçoğu için yeniden regl olabilmek keyifli bir durumdu. Londralı, 24 yaşındaki Amy Zahl Gottlieb, denizaşırı bir ülkeye gönderilen ilk Yahudi Kurtarma Birimi’nin (Jewish Relief Unit) en genç üyesiydi. ABD Yahudi Soykırımı’nı Anma Müzesi (United States Holocaust Memorial Museum) için verdiği bir röportajda kamplardan kurtarılan kişilere yönelik yaptığı çalışmaları anlatan Gottlieb, kadınların nasıl tekrar âdet görmeye ve normal hayatlar sürmeye başladıklarından bahsediyor. Çocuk doğurabilmek onlar için heyecan vericiydi. Regl olabilmek özgürlüklerinin bir simgesi olmuştu. Hayatta kalan bir kadın bu durumu “kadınlığının geri dönmesi” olarak açıklıyordu.