1. Varoluşçuluk felsefesini ve absürdizm ile yaşamın anlamsızlığını sorgulayan sade bir anlatıma sahip Albert Camus romanı.
********spoiler********
“Annem bugün ölmüş, belki de dün. Tam hatırlamıyorum.” Kitabın ilk cümlesinden ana karakterin kayıtsızlığını hissettiren okudukça vurdumduymazlığıyla şaşırtan bir karakter meursault. Yaşadığı topluma yabancı olan meursault’un ilk başta ne yakın arkadaşı ne sevgilisi vardır. Olaylar geliştikçe hem sevgilisi hem arkadaşı olur, komşusuyla olan iletişimini gözlemleriz. Meursault toplum düzenine göre yaşadığında insanlar tarafından belki garip bulunsa bile dışlanmamaktadır ama ne zaman sınırı aşarsa o zaman duygusuz olması, toplumdan biri olmayışı sebebiyle taşlanır. Meursault arabı öldürdüğü için değil annesinin cenazesinde ağlamadığı için mezarının başında sütlü kahve içtiği için idam edilmiştir. Yargılayan hakim de idam öncesi rahip de tanrıya inanması için uğraşarak onu toplumdan biri olmaya zorlamışlardır fakat meursault düşüncelerinden emindir.
İdam cezasını aldıktan sonra yaşamın anlamını sorgulayışı ve sonundan temyizden umudunu keserek ölümü kabullenişini şöyle ifade etmiştir. “Eh, ne yapalım, o halde öleceğim. Başkalarından daha önce ölecektim o aşikardı. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez. Aslında, doğal olarak, başka kadınlar ve başka erkekler yaşamaya devam edeceklerine, üstelik bu binlerce yıl böyle sürüp gideceğine göre, ha otuz yaşında ölmüşsün ha yetmiş; bir önemi olmadığını biliyordum.”
Sade anlatımıyla beni içine çekmiş bir kitap. Meursault gibi bir karakterin gözünden dünyayı görmek, yaşamın anlamsızlığını saçmalık felsefesi ve varoluşçuluk üzerinden sorgulatan harika bir kitap.